Vural Seven in ZDS Makalesi
Mevlana der ki;
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verilecek bir cevabım var elbet.
Lakin bir lafa bakarım, laf mı diye?
Birde söyleyene bakarım, adam mı diye?
Prof. Dr. Vural Seven’in hakemli TBB dergisine yakışmayacak bir üslupla yazılan son makalesinde gördüğüm bazı hususları ele almak istiyorum.
1) Zorunlu Deprem Sigortasının Türü Nedir?
Seven’in makalesinde “Zorunlu Deprem Sigortası” ve bu sigorta teminatlarını sunmak üzere Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) teşekkül ettirilmiştir. “Zorunlu Deprem Sigortası”, adı üstünde, zorunlu bir sigorta türüdür ve zarar sigortası niteliğindedir. Ayrıca bina malikinin mülkiyet hakkından kaynaklanan menfaatini koruduğu gözetildiğinde bir mal sigortası olarak nitelendirilmelidir.” şeklinde ZDS ile ilgili bir tanım getirmiştir.
Zorunlu deprem sigortası (ZDS) kısmi bir mal sigortasıdır. Başka bir deyişle, rizikonun tamamına değil belirli bir kısmına teminat sağlanır; ancak isteğe bağlı deprem sigortası ile birlikte tam teminat sağlar.
2) DASK Nedir?
Seven, 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu ve yasanın genel gerekçesini öne sürerek DASK’ın bir sigorta şirketi olmadığını belirtti. Ayrıca, Sigortacılık Kanunu’nun ilgili maddelerinde sigorta şirketinin tanımını yaparak bu iddiasını destekledi. Ardından, Yargıtay’ın DASK’a yüklediği yükümlülüklerin hukuki dayanağını TTK m. 18/2’de yer alan “basiretli tacir ilkesi”ne dayanmakla birlikte DASK’ın basiretli tacir olmadığını savundu. Zira, bu durumun TTK m.16/2’de kamu tüzel kişilerin tacir sayılmayacağı hükmüne aykırı olduğunu ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar için ticari işletme kavramının uygulanamayacağını, dolayısıyla Kanun hükümlerine aykırı olduğunu belirtti.
Seven, DASK’ın sigorta şirketi olup olmadığını incelemesinin nedeni, Türk Ticaret Kanunu’nun 1401. Maddesinin ikinci fıkrasında geçen “şirket” ifadesinden yola çıkarak sadece sigorta şirketlerine uygulanacağı iddiasına dayanmaktadır. Ancak DASK’ın sigortacılık alanında neye karşılık geldiğini açık bir şekilde belirtmemiştir. Oysa 6305 sayılı Yasanın genel gerekçesinde DASK’ın niteliği; “Deprem gibi katastrofık riskler, çok büyük boyutlarda teminat sunumunu ve bunu karşılamak üzere büyük kaynak birikimini gerektirdiği için bu tür risklere karşı riske maruz ülkelerde, sigortacılık terminolojisinde “sigorta havuzu” adı verilen teşkilatlanmalara gidilmektedir. DASK, sigortacılıktaki bu anlayış esas alınarak kurulmuş bir kurumdur.” şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre kamu tüzel kişiliğine sahip olan DASK, bir sigorta havuzudur.
Seven “Doğal Afetler Sigorta Kurumu (DASK) ise, Afet Sigortaları Kanunu’na göre kurulmuş olduğundan Sigortacılık Kanunu’nun kapsamı dışındadır. Bunun sonucu olarak da DASK hem Sigortacılık Kanunu’na, hem de bu kanuna göre çıkarılmış alt mevzuata tabi değildir.” şeklinde bir değerlendirme ile DASK’ın denetim maddesi hariç Sigortacılık Kanununa tabi olmadığı belirtilmiştir, ki bu konuda uzmanlar arasında herhangi bir tartışma bulunmamaktadır.
3) Türk Ticaret Kanunu’nun Altıncı Kitabı olan Sigorta Hukuku Kitabı kime uygulanır?
Bunun için öncelikle kanunda geçen sigorta sözleşme tanımına ve bu tanım içinde sözleşmenin tarafları olarak kimler belirtildiğine bakılması gerekmektedir. Bu kapsamda “Sigorta sözleşmesi” başlıklı TTK nın 1401. maddesinin birinci fıkrası aşağıda verilmiştir.
“MADDE 1401- (1) Sigorta sözleşmesi, sigortacının bir prim karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi hâlinde bunu tazmin etmeyi ya da bir veya birkaç kişinin hayat süreleri sebebiyle ya da hayatlarında gerçekleşen bazı olaylar dolayısıyla bir para ödemeyi veya diğer edimlerde bulunmayı yükümlendiği sözleşmedir.”
Bu genel tanım içinde zarar sigortalarının tanımını ayırarak ve unsurlara bölersek karşımıza şöyle bir tablo çıkar;
Sigorta sözleşmesi (1), sigortacının (2) bir prim (3) karşılığında, kişinin para ile ölçülebilir bir menfaatini (4) zarara uğratan tehlikenin, rizikonun, meydana gelmesi hâlinde (5) bunu tazmin etmeyi … yükümlendiği sözleşmedir.”
Buna göre sözleşme tarafları olarak ‘para ile ölçülebilir menfaat sahibi’, yani ‘sigortalı’ ile uğranılacak zararı tazmin etmeyi yükümlüyen (teminat veren) ‘sigortacı’dır. Bu şekilde konuya girmeme, kimsenin itirazı yoktur diye düşünüyorum. Sonuçta, söz konusu maddenin birinci fıkrasında sigorta sözleşmesinin teminat veren tarafı olarak “sigorta şirketi” tabiri değil, sigorta şirketini de içeren “sigortacı” tabiri kullanılmıştır. Nitekim, TTK 6. Kitabında sigorta şirketlerine özel iki madde hariç bütün hükümlerinde sigortacı tabiri kullanılmıştır.
Bu noktada, sorum şudur; sigorta sözleşmesi tanımında kullanılan “sigortacı” ifadesi kimi ifade ediyor. Sadece sigorta şirketlerini (AŞ veya kooperatif) mi? yoksa sigorta şirketleri ve sigorta havuzlarını mı?
Sigortacılık pratik bilgisi olanların bu soruya “sigorta şirketleri” ve “sigorta havuzları” diye cevap vereceğinden eminim.
Seven, TTK nın her kitabının hangi tür ilişkilere uygulanacağını baştan belirlendiği tespiti sonrası 6. Kitabın uygulama alanına ilişkin “Türk Ticaret Kanunu’nun altıncı kitabı olan sigorta hukuku kitabı da uygulama alanını Kanun’un 1401. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, Türk Ticaret Kanunu’nun Sigorta Hukuku’na ilişkin hükümlerinin uygulama alanı bulması için ruhsat almış bir sigorta şirketinin bulunması şarttır. Zira Türk Ticaret Kanunu’nun 1401. maddesinin ikinci fıkrası hükmünde; “Ruhsatsız bir şirket ile onun bu durumunu bilerek yapılan sigorta sözleşmeleri hakkında Türk Borçlar Kanunu’nun 604 ve 605 inci maddeleri uygulanır…” denilmiştir” şeklinde bir görüş ile bu maddenin birinci fıkrasındaki sigorta sözleşme tanımı içindeki ‘sigortacı’ sıfatını es geçerek, sigorta sözleşmesi kabul edilmeyecek sözleşmelerin konu edildiği ikinci fıkradaki “şirket” ibaresine kıymet vermiştir. Sonuçta, Seven ikinci fıkraya ilişkin “Burada ilk tespit edilmesi gereken “şirket”ten kastedilenin ne olduğudur.” irdelemiş ve bu ibarenin bir sigorta şirketi kasdettiği kanaatine varmıştır, buradan da TTK nın sadece sigorta şirketlerine uygulanacağına ulaşmıştır. Oysa bu ikinci fıkra, ruhsata tabi sigorta şirketleri ve havuzları dışındaki şirketlerle sözleşme yapılması halinde, yapılan sözleşme için hangi kanun hükümlerin uygulanacağını öngörülmüştür.
Seven şöyle yapsaydı; her ne kadar sigorta sözleşmesinde ‘sigortacı’ sıfatı kullanıldı ama bundan kasıt aslında sigorta şirketidir, bakın aynı maddenin ikinci fıkrası ve başka hocalar da böyle diyor diye konuya girseydi, bir şeyleri örtmeye çalışmadan görüş verdi diye düşünürdüm. Nitekim Seven “Ayrıca, TTK m. 1401/2’nin dışında, Türk Ticaret Kanunu’nun Sigorta Hukuku kitabındaki diğer hükümlere de bakıldığında sigortacı sıfatı atfedilen kişinin, kural olarak bir ticaret şirketi olduğu ortaya çıkar. Aşağıdaki hükümlere dikkatli bakıldığında, bu hükümler ancak ticaret şirketleri/tacirler hakkında uygulanabilecek hükümler olduğu görülecektir. Kamu Tüzel kişisi olan ve iflasa tabi olmayan DASK hakkında bu hükümler uygulanamaz” diyerek, sorunun çözümünde birincil öneme sahip olan sigorta sözleşmesi tanımında kullanılan ‘sigortacı’ ibaresini gözden kaçırmaya çalışmıştır. Buna göre, TTK nın diğer hükümlerinde kullanılan ‘sigortacı’ sıfatının kural olarak bir ticaret şirketi olduğunu iddia etti. Bu görüşünü desteklemek için de kamu tüzel kişisi olan DASK için anlam ifade etmeyen TTK nın 1413/1, 1418 ve 1506. Maddelerini örnek vererek, buradan da ZDS için TTK nın uygulanmaması çıkarımında bulundu. Ancak, TTK’nın her maddesinin bütün sigortacılar için aynı şekilde geçerli olması gerektiği şeklinde bir anlayış kabul edilirse, kooperatif ve tekafül sigortacıları gibi diğer sigortacı türlerinin de TTK nın dışında tutulması gerekecektir.
Bu kapsamda Samim Ünan’ın “TTK’daki hükümlerin en başta «ruhsatlı sigorta şirketleri ile yapılan sözleşmelere» uygulanacağıdır” ve Kübra Yetiş Şamlı’nın “TTK hükümlerinde sigortacı sıfatı atfedilen kişi, kural olarak bir anonim şirkettir.” şeklindeki görüşleri ise aynen Seven’in eksik yaklaşımına dayalı olduğu düşündürmektedir. Nitekim, bu kitabın alındığı Almanya’da, ayrıca Avrupa’da, kanunla kurulmayan ve ruhsata tabi spesifik risklere ilişkin teminat veren sigorta ve reasürans havuzlarının da olduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak, TTK’nın 6. Kitabı mükemmel bir şekilde kaleme alınmamıştır; sigortacılık icaplarına uymayan ve birbiriyle çelişen birçok hükmü içermektedir. Örneğin, birikim priminin (yatırımın) de alındığı hayat sigortalarında (bazı uzmanlar TTK’nın 1500 ve 1501. maddelerinin başlık olarak yatırım kısmına denk geldiği iddia edilse de, içerikte “aktüeryal hesaplama” denildiği için bu iddia havada kalmaktadır) yatırım kısmına ilişkin TTK’da bir hüküm bulunmamaktadır, özellikle sağlık sigortası bölümü eksik kaleme alınmış, üstelik mevcut uygulama TTK nın çok uzağındadır. Hal böyleyken, TTK’nın hükümlerini tek tek ele alıp, özellikle kullanılan terimler üzerinden sigortacılık icaplarına aykırı çıkarımlar yapılması ancak sigortacılığın evrensel kurallarını bilmemekten veya pratik bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
4) ZDS nin hukuki niteliği nedir?
Seven DASK’ın sigorta şirketi olmadığını, TTK 6. Kitabının da sigorta şirketlerine uygulanması gerektiğini belirttikten sonra “Bununla birlikte ZDS bir özel hukuk sözleşmesidir. Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmaması ZDS’yi bir özel hukuk sözleşmesi olmaktan çıkarmaz. Çözülmesi gereken sorun, bu özel hukuk sözleşmesine hangi hükümlerin uygulanacağının tespit edilmesidir.” diye ZDS nin özel hukuk sözleşmesi olduğunu, özel sözleşme hukukunun belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Bu konuya girmeden önce, ZDS’nin ülkemizde ilk zorunlu mal sigortası olmuş olması, bu sigorta teminatının diğer zorunlu sorumluluk ve can sigortaları gibi sigorta şirketleri aracılığıyla değil de 537 sayılı KHK ile kurulan kamu tüzel kişiliğe sahip DASK tarafından verilmiş olması ve primi alındığı halde DASK’ın kaynakları yetersiz kalması halinde sigortacılık icaplarına aykırı bir şekilde eksik tazminat ödemenin taahhüt edilmesini öngören ve aşağıda verilen KHK nın 17. maddesi yoğun tartışmalara neden olmuştur.
“Kurum kaynaklarının yetersiz kalması
Madde 17 – Kurum, sigortadan kaynaklanan toplam yükümlülüklerini ve sahip olduğu kaynakları dikkate alarak reasürans, sermaye ve benzeri piyasalardan sigortacılık tekniğinin gerektirdiği şekilde ve yeterli düzeyde koruma temin eder.Ancak,sigortalı hasarın beklenenin üstünde olması ve bunun Kurum kaynaklarını ve temin edilen koruma miktarlarını aşması durumunda,ortaya çıkan zarar, Kurum kaynakları ve koruma miktarının toplamının zorunlu sigorta kapsamında ödenmesi gerekli toplam tazminata olan oranı dahilinde karşılanır.”
Şahsım, DASK ve ZDS konularına kamuda sigorta müfettişi iken taslak halinden itibaren ilgilenmiş, defalarca bu konularda kamu otoritesine görüş vermiş biriyim. Nitekim ZDS’nin mevzuat ve uygulamalarına ilişkin sorunları, ilk kez, kendisi de Sigorta Denetleme Kurulunda müfettiş olan, halen sigorta hakemi olan Ali Karaaslan ile birlikte 2003 yılında yazdığımız ve dönemin Başbakanına, Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanına gönderdiğimiz, nihayetinde Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı beyin davetiyle yapılan toplantıda detaylıca tartıştığımız Sigorta Sektörünün Sorunları Raporu’nda konu edilmiştir. O raporda, o vakte kadar aksayan hususlar ve üretimi artırmak için ZDS primlerinin sigorta şirketlerince hasılat olarak kendi gelir tablosuna yazılmasını, ZDS poliçesinin su, elektrik aboneliklerinde poliçe varlığının aranması gibi önerilerimizle birlikte, söz konusu KHK maddesinin sigortacılık icaplarına aykırı olduğu ve kaldırılması gerektiği belirtilmiştir. Bu önerilerimiz neredeyse tamamına yakını daha sonraki tarihlerde dikkate alınmasına, gurur duymuştuk.
Diğer taraftan, KHK daki sigortacılık icaplarına aykırı 17. maddesi 2012 yılında yayınlanan 6305 sayılı Kanunda çıkartılmıştır. Bu noktadan sonra ZDS nin kısmi teminat vermekle birlikte gerçek bir sigorta sözleşmesi olduğu söyleyebiliriz.
Bu kapsamda Mehmet Somer’in 2001 yılında yayınlanmış makalesi, “Zorunlu sigorta olması itibariyle, deprem sigortasını, tamamıyla mal sigortalarına ilişkin ilkelere ve TTK’da yer alan mal sigortası hükümlerine tabi tutmak mümkün değildir. … TTK hükümlerinin uygulanması bakımından fevkalade dikkatli davranmak gerekmektedir. TTK hükümleri, deprem sigortasının hukuki niteliğine ve ihdas amaçlarına uygun olduğu ölçüde uygulama imkanına sahip olacaktır…”.
Burada Sn. Somer zorunlu mal sigortası ile ilgili olarak TTK’da özel bir düzenleme olmadığı için ZDS’ye TTK hükümlerinin uygulanması bakımından fevkalade dikkatli davranmak gerektiğini ifade etmektedir.
Ali Bozer’in 2001 yılında yayınlanmış makalesindeki “Zorunlu deprem sigortasının sosyal ve özel sigorta niteliği tartışmalıdır. Belki bu sigorta türüne nev’i şahsına münhasır sigorta da diyebiliriz” şeklindeki değerlendirmesi verilmiştir.
Sn. Bozer’in değerlendirmesinde aslında yukarıda işaret ettiğim hususlara işaret etmiştir.
Diğer taraftan, Seven’ in Şaban Kayıhan’ın 2004 yılında yayınlanmış makalesinde “DASK’ın tesisi ile sigorta hukukunun temel ilkelerine aykırı düzenleme getirilmiştir … böyle bir kurumun kurulması özel sigortanın prensipleri ile uyum içinde olduğu söyenemez” ifadesini vererek TTK ile ZDS arasındaki bağ koparılmaya çalışılmıştır.
Oysa, Seven’in bir kısmını verdiği Kayıhan’ın makalesinin ilgili paragrafı aşağıdaki gibidir; “Kanaatimizce, zorunlu deprem sigortasını özel olarak düzenleyen KHK./587 ile, bu sigorta kolunda sigortacı tarafta bulunacağı öngörülen kamu tüzel kişiliği niteliğine sahip olan DASK.’nun tesisi ile sigorta hukukunun temel ilkelerine aykırı bir düzenleme getirilmiştir. Şunu ifade etmek gerekir ki, zorunlu deprem sigortası ülkemizde şu ana kadar getirilen yegane zorunlu sigorta türü değildir. Bu alanda kişilerin kanun gereği yapmak zorunda oldukları özel sigortalara; zorunlu mâli sorumluluk sigortalarını (zorunlu trafik sigortası, sivil havacılıkla ilgili zorunlu sigorta, tehlikeli maddeler ve tüp gaz zorunlu mâli sorumluluk sigortası vb.), otobüs zorunlu ferdi kaza sigortası ile okul servis araçtan zorunlu ferdi kaza sigortasını Örnek olarak verebiliriz. Bütün bu sigortalarda, sigortacı tarafta ise herhangi bir kamu kurumu değil, ülkemizde özel sigorta mevzuatı (Sigorta Murakabe Kanunu (SMK.), TTK. vb.) çerçevesinde faaliyet gösteren ve anonim ortaklık şeklinde kurulan özel sigorta şirketleri bulunmaktadır. Oysa zorunlu deprem sigortasına ilişkin mevzuatla özel sigorta şirketleri, bu sigortayı ancak DASK.’nun temsilcisi sıfatıyla yapabilmektedirler. Bize göre diğer zorunlu sigorta türlerinde biriken fonlan idare edebileceği düşünülen özel sigorta kurumlan, zorunlu deprem sigortasından oluşacak fonları da yasal çerçevede yönetebilirlerdi. Bu itibarla, sigorta koluna ilişkin olarak kamu iktisadi teşebbüslerini andırtcı bir kurum kurulmasının özel sigortanın prensipleri ile uyum içinde olduğu söylenemez.”
Görüleceği üzere, Seven’in veriliş biçiminin dışında, Kayıhan ZDS zorunlu mal sigortası olduğunu, bu alanda ilk olduğunu, zorunlu mali mesuliyet sigortaları ve ferdi kaza sigortalarını sigorta şirketleri verdiğini işaret ederek ZDS’nin neden sigorta şirketlerince verilmediğini sorgulamıştır.
Seven, “Afet Sigortaları Kanunu’nda Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin uygulanabilmesine imkân veren bir atıf hükmü de bulunmamaktadır. Özel kanun ve alt mevzuatta hüküm bulunmaması halinde ise 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Hukukun Uygulanması ve Kaynakları” başlıklı 1. maddesi gereğince kıyasen yorum yapılarak Türk Ticaret Kanunu ve Sigortacılık Kanunu hükümleri uygulama alanı bulabilecektir. … Türk Ticaret Kanunu hükümlerine başvurulurken Zorunlu Deprem Sigortası’nın hukuki niteliğine ve bu sigortanın oluşturulma amacına uygun hareket etmek gerekmektedir.” şeklinde vardığı görüşü ile ZDS için TTK nın kıyasen uygulanacağını iddia etmiştir.
Sonuçta, ZDS ilk zorunlu mal sigortası olması, kısmi sigorta olması ve sigorta bedelinin tamamını ödemeyi taahhüt etmemesi gibi unsurlar yoğun şekilde tartışılmıştır. Ancak gelinen noktada, ZDS nin bir sigorta sözleşmesi olduğu, DASK’ın bir sigorta havuzu olduğu ve TTK ya tabi olduğu konusunda kimsenin tereddüdü bulunmamaktadır.
5) Güncel tarifeden ödemek için ek prim gerekip gerekmediği mevzusu
Seven makalesinde bazı makalelere atıf yaparak “DASK’ın zeyilname düzenlenmeksizin ve ek prim alınmaksızın değişen tarifeye göre otomatik olarak ödeme yapacağına ilişkin mevzuatında hiçbir hukuki dayanak bulunmadığı kabul etmişlerdir. Genel şartlar ve tarifelerde olmayan bir düzenleme yargı/hakem kararı ile doldurulabilir mi…? Cevap verilmesi gereken soru budur.” şeklinde bir tespit ve değerlendirme yapmıştır.
a) TTK nın 1401. Maddesinin birinci fıkrası mevzusu
Türkiye’de, Yargıtay dahil akademisyenler tarafından TTK’nın 1401. maddesinin birinci fıkrasının iyi anlaşılmaması nedeniyle geçmişte ve günümüzde yüksek enflasyon dönemlerinde büyük mağduriyetler yaşanmaktadır.
Şöyle ki, Yargıtay’ın şimdiye kadar verdiği kararlarda, TTK’nın 1401. Maddesinin birinci fıkrasını yeterince özümsenmediği için iyi kaleme alınmamış TTK nın bazı maddeleri gerekçe gösterilerek tazminat tespitinde, sigortalı şeyin sigorta tanzim anındaki poliçe üzerine yazılan sigorta bedeli ile rizikonun gerçekleştiği andaki değeri mukayese edilmektedir. Bu yanlış yaklaşım, enflasyonun olmadığı bir ortamda işleyebilir ancak enflasyonun olduğu dönemlerde, eksik sigorta oluştuğu gerekçesiyle eksik tazminatlara neden oluyor. Özellikle kasko sigortalarında, “rayiç değer esası”na geçilmeden önce, enflasyon ortamında tam zayi olan araçların önemli kısımlarının tazmin edilmemesi gibi durumlar yaşanmıştır. Bu geçmiş mağduriyetin günahı, kamu otoriteleri, sigorta sektörü, akademisyenler ve yargı organları arasında paylaşılır.
Bugün ise yangın, mühendislik gibi birçok sigorta türünde de aynı durum devam etmektedir. Başka bir deyişle, sigorta anında eksik sigorta olmadığı ve primlerin uygun şekilde ödendiği halde, sigortalanan menfaatin enflasyon nedeniyle nominal değerinin artması, sigorta tazminatı hesabında dikkate alınmamaktadır. Dünya genelinde, reel değer artışlarına yönelik klozlar olsa da nominal değer artışlarına ilişkin klozlar bulunmamaktadır.
TTK’nın 1401. maddesine ilişkin görüşümü ilk olarak döneminde oldukça popüler olan Active Dergisi’nin Kasım/Aralık 2010 sayısında yayınlamıştım. Çoğu sektör uygulamacısı, 2011 yılı Nisan ayında başlayan değer kaybı taleplerinin sebebini bu makaleye atfetmektedir.
Söz konusu makalemin linki:
b) Geçici madde hususu;
Seven, “Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimat Tebliği; belirtildiği üzere 17.01.2018, 07.09.2019, 27.12.2019, 19.01.2021, 17.11.2021 ve 25.11.2022 tarihlerinde olmak üzere 6 kere değiştirilmiştir. 27.12.2019 tarihinden önceki tebliğlerde ek prim alınmaksızın güncel tarifeden yararlanılacağına ilişkin geçici bir madde bulunmamaktadır. Ancak 27.12.2019, 19.01.2021 ve 17.11.2021 tarihli tebliğlerde prime ilişkin herhangi bir işlem yapılmaksızın güncel tarifeden yararlanılacağı idare tarafından açıkça hüküm altına alınmıştır.
27/12/2019 tarihli ve 30991 sayılı RG, Geçici m.1:
“Bu maddeyi ihdas eden Tebliğin yayımı tarihi öncesinde akdedilen ve teminat başlangıç tarihi 1/1/2020 ve sonrası olan sigorta sözleşmeleri, herhangi bir ek prim alınmaksızın bu Tebliğ kapsamındaki teminatlara tabidir”.
19/1/2021 tarihli ve 31369 sayılı RG, Geçici m.3:
“Bu maddeyi ihdas eden Tebliğin yayımı tarihinden önce akdedilen ve teminat başlangıç tarihi 1/1/2021 ve sonrası olan sigorta sözleşmeleri, prime ilişkin herhangi bir işlem yapılmaksızın bu Tebliğ kapsamındaki teminatlara tabidir”.
17/11/2021 tarihli ve 31662 sayılı RG, Geçici m.4:
“Bu maddeyi ihdas eden Tebliğin yayımı tarihinden önce akdedilen ve teminat başlangıç tarihi 1/1/2022 ve sonrası olan sigorta sözleşmeleri, prime ilişkin herhangi bir işlem yapılmaksızın bu Tebliğ kapsamındaki teminatlara tabidir”.
Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından 25.11.2022 tarihli ve 32024 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimat Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ’de ise bu geçici madde yer almamaktadır.”
DASK vekillerinin savunma dilekçelerinde bu husus aşağıdaki gibi izah edilmiştir.
“… tarihlerden de görüleceği üzere, Tarife değişikliğinin yılbaşından daha sonraki bir tarihte (veya çok yakın bir tarihte) açıklanmış oluşudur ve teminat başlangıç tarihi yalnızca yılbaşı ve sonrası olan poliçelere tanınmış bir istisnadır. Poliçe yenileme işlemlerini düzenli yapan sigortalıların Tarifenin geç açıklanması nedeniyle herhangi bir hak kaybına uğramamaları için bu yöntem izlenmiş olup Tarifenin uygun tarihlerde duyurulduğu dönemlerde böyle bir istisnaya gerek kalmadığından kuralın (zeyil şartının) izlenmesi esastır. Zeyil yaptırma gerekliliğinin olmadığı dönemlerin mevzuatta açıkça sınırlandırılmış olması sebebi ile çeşitli notlarda yer alan zeyil yaptırma gerekliliğinin hiçbir zaman bulunmadığı iddiası asılsızdır ve mevzuatta çizilmiş sınırların dışında kalan tüm poliçeler için zeyil şartı bulunmaktadır.
Özetle, geçici maddeler, yeni tarifenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bütün poliçeler için değil, Tebliğin 1 Ocak’tan itibaren geçerli olabilmesini sağlamak amacıyla Tebliğin Resmi Gazete’de gecikmeli yayınlanması durumunda tedbir olarak sadece 1 Ocak ile Tebliğ tarihi arasında düzenlenen poliçeler için öngörülmüştür. Ancak, bu durum sadece 19/1/2021 tarihinde yayınlanan Tebliğ için uygulanmış ve 01.01.2021 ile 19.01.2021 tarihleri arasında düzenlenen poliçeler ek prim ödemeden yeni tarifeden yararlandırılmıştır. Bu geçici madde uygulamasına Tebliğ yayınlanmak için daha erken gönderildiği için 25.11.2022 tarihinde yayınlanan Tebliğle son verilmiştir.
Bu konuyu ilk ben gündeme getirmiş olmama rağmen, geniş çalışmamı azaltmak için bir çok alt çalışma gibi çalışmamdan çıkartmıştım. Ancak, bu konuyu defalarca tarafımca açıklandığı halde, Seven dahil birçok uzman hala yanlış anlamaktadır. Seven’in neredeyse bir yıldan beri üzerinde çalıştığı bir konuda DASK avukatlarının savunmasını okumamış olma olasılığını oldukça düşük görüyorum. Bu durumda, Seven’in kendi görüşünü desteklemek için ilave bir dayanak aradığına dair bir kanıya varılabilir.
c) TTK nın 1425/3 Maddesi mevzuusu
Seven, “İkinci olarak, ÜNAN/KONFİDAN ve DEMİRCİ, olaya TTK m. 1425/3’ün uygulanması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Türk Ticaret Kanunu’nun 1425/3 maddesi hükmünün; “Kanunlarda aksine hüküm bulunmadıkça, genel şartlarda sigorta ettirenin, sigortalının veya lehtarın lehine olan bir değişiklik hemen ve doğrudan uygulanır. Ancak, bu değişiklik ek prim alınmasını gerektiriyorsa, sigortacı değişiklikten itibaren sekiz gün içinde prim farkı isteyebilir. İstenilen prim farkının sekiz gün içinde kabul edilmemesi hâlinde sözleşme eski genel şartlarla devam eder” uygulanması gerektiği ifade edilmiştir.
Ancak yukarıda yer verilen gerekçelerle Türk Ticaret Kanunu’nun 1425. maddesinin üçüncü fıkrasının DASK aleyhine, sigortalı lehine uygulanması mümkün değildir. Zira her şeyden önce Türk Ticaret Kanunu’nun 1425. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü genel şartlara ilişkindir. Zorunlu Deprem Sigortası kapsamında sağlanan teminat ise genel şart değişikliği ile değil; her yıl Resmî Gazetede yayınlanan tarife ve talimatlar ile yapılmaktadır.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.
İlginçtir ki, söz konusu maddeyi ZDS poliçeleri için kıyasen uygulanabileceği fikrini ilk olarak Seven öne sürmüştü. Makale çalışmamın erken versiyonlarında “bazı uzmanlar da …” diye başlayan bir paragrafla bu fikri kullanmıştım ve birçok platformda paylaşmıştım. Hatta ilk makale taslağımı Seven’e gönderdiğimde, bana övgüler yağdırarak “etrafını cami ağyarını mani bir metin hazırlamışsınız, elinize sağlık …” gibi ifadeler kullanmıştı. Başka bir deyişle, görüşlerimi tamamen kabul ederek, kendi görüşünü çalışmamda yer vermemi takdir etmiş, ayrıca Sigortacılık Kanunu’nun 32. maddesindeki iyiniyet ilkesini (muhtemelen DASK’ın yeni tarifeden ödeme yapmamasını bir iyiniyet ihlali olarak gördüğü için) makale çalışmama dahil etmemi önermişti.
Özetle, Seven, kendisi ilk başlarda ÜNAN/KONFİDAN ve DEMİRCİ gibi düşünmüştür.
Bir akademisyenin görüşlerini bu hızda değiştirmesi normal midir? Teknik işletici Türk Reasürans AŞ ye yakınlaşmasına, onlara mütaalalara vermesine, onlarla hareket etmesine ne etken olmuş olabilir?
d) DASK’ın sigortalılara zeyilname konusunda yazılı tebligat yapma meburiyeti var mıdır?
Seven “Sigorta Sözleşmelerinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik’in kaynağı Türk Ticaret Kanunu ve Sigortacılık Kanunu’dur. Bu kanunlar DASK ve ZDS için uygulanamayacağından, bu kanunlara göre çıkarılmış olan alt mevzuatın da uygulanması hukuken mümkün değildir.
Bir an için Türk Ticaret Kanunu’nun 1423. maddesinin ve “Sigorta Sözleşmelerinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik” hükümlerinin ZDS’ye uygulanacağı kabul edilse dahi, Yönetmelik’in 11. maddesinde yer alan “10’uncu madde kapsamındaki bilgilendirme, Bakanlıkça uygun görülmesi halinde basın ve yayın kuruluşları vasıtasıyla yerine getirilebilir” hükmü gözetilmelidir. O halde tarife ve talimatta yapılan değişiklik Resmî Gazete’de yayınlanmış olduğundan, ayrıca bir bilgilendirmeye zaten gerek bulunmamaktadır.
Çünkü, Zorunlu Deprem Sigortası kapsamında sağlanan teminat değişikliği, genel şart değişikliği ile değil; her yıl Resmî Gazetede yayınlanan tarife ve talimatlar ile yapılmaktadır. Hem Sigortacılık Kanunu hem de Afet Sigortaları Kanunu’na göre, tarife ve talimatların Resmî Gazete’de yayınlanması zorunluluğu varken genel şartlar için bu zorunluluk yoktur. Mevzuattaki bu fark göz ardı edilerek çözüm üretilmesi hukuka uygun olmayacaktır.
Mevzuatımızın bütün bu açık hükümlerine rağmen, SMS’nin yazılı bildirim olarak kabul edilmemesinin amacını izah etmekte zorlanıyoruz. Poliçede sigorta ettirenin telefon numarası açıkça yazılmaktadır. Poliçe, sigorta ettirenin beyanına göre düzenlenmiş olduğundan, sigorta ettirenin bu numarayı da kontrol etmesi gerekir.”
Türk Reasürans AŞ Genel Müdürü ve Genel Müdür Yardımcısı TV’lerde poliçelerde yazılan SMS lerin çoğunluğun sigortalılara ait olmadığını ve bu durumun nedeni olarak ta sigorta şirketleri ve sigorta acentelerini göstermiş iken, Seven’in sigortalıları sorumlu göstermesi, poliçede telefon bilgisini kontrol etmeleri gerektiğini söylemesi, abesle iştigaldir.
Seven Genel Şartlardaki “C.5. Tebliğ ve İhbarlar” hükmünün yürürlükte olup olmadığı sordu, akabinde de Genel Şartların 13 Mayıs 2011’de yürürlüğe girdiğini, Afet Sigortaları Kanunu ise, 18.05.2012 tarihinde yürürlüğe girdiğini, Afet Sigortaları Kanunu Geçici Madde 2’nin birinci fıkrasının, “Bu Kanunda belirtilen yönetmelik ve diğer düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar, bunların düzenleyeceği konulara ilişkin mevcut düzenlemelerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur”. hükmüne göre Genel Şartlar kanundan önce çıkmış olduğundan, geçici madde 2’nin denetimine tabi olacağını, Genel Şartlar C 5’in kaynağı ise, 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin 9. maddesinin üçüncü fıkrası olduğunu, bugün için bakıldığında bu kararname yürürlükte olmadığından, bu hükmün günümüzde uygulama imkânı olmadığını iddia etmiştir.
Söz konusu KHK nın üçüncü fıkrası aşağıdadır.
“Sigorta yapma ve yaptırma zorunluluğu
Madde 9 – …
İlgili sigorta şirketi, sigorta sözleşmesinin bitiminden en az bir ay önce taahütlü mektup, telgraf ya da noter kanalıyla sözleşmenin sona ereceğini ve yeni bir sigorta yaptırma zorunluluğunu sözleşme sahiplerine bildirir. Sigorta sözleşmesinin, sona ermesinden itibaren bir ay içerisinde yenilenmemesi durumunda Kurumun sigortadan kaynaklanan sorumluluğu sona erer.”
Burada dikkat edilirse, söz konusu fıkrada özne ZDS teminatını veren DASK değil, DASK’ın ZDS poliçesine aracılık eden sigorta şirketleridir. Ayrıca, burada konu zeyilname mevzusu değil, poliçe yenilemesidir.
Seven’in bütün konuları veriş şeklini öğrendiğimiz için bu konuyu da farklı vermesi bana zaten şaşırtıcı gelmedi. Ancak Genel Şartların geçerli olmadığı görüşü, hukukçular arasında kabul görmesi halinde, Genel Şartlarda tazminat hesabı ve tazminatın sigorta bedelini aşamayacağı kuralı da geçersizdir.
Sonuçta, Seven’in iddiaları kabul edilmesi halinde, DASK ın sorumluluğunun sınırlandırılması Genel Şartlar dışında söz konusu Kanun ve alt düzenlemelerde öngörülmediği ve TTK ya da tabi olmadığı için DASK’ın yeni tarifeden ödeme yapma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
6) İhtiyari Sigortası ile birlikte ZDS nin uygulanması mevzusu
Seven “ZDS’de otomatik limit artışı kabul edilirse, bu durumda, ihtiyari deprem sigortasının sigortacısı limit artışı miktarı kadar korunmuş olacaktır. Başka bir ifade ile bu durumun kabulü halinde, limit artışı kadar olan tazminat miktarının sorumluluğu, ihtiyari deprem sigortasının sigortacısından alınarak DASK’a yüklenmiş olacaktır. Sonuç olarak, konu sadece bilimsel değil tamamen duygusal (parasal) bir konudur. Bu görüşü savunmak ihtiyari deprem sigortasının sigortacısını koruma hizmetinden başka bir anlama gelmez.” şeklinde çirkin bir görüş ileri sürmüştür.
Daha öncede Yargıtay’da benim ve makale yazan diğer meslektaşımla ilgili ihtiyari deprem sigortacılarının danışmanlığını yaptığımız ve onlar lehine makale yazdığımız şeklinde bir dedikodunun olduğunu duymuştum. Bu dedikodunun kaynağı bu makale ile belli olmuş oldu.
ZDS ile İDS arasında ilişkiyi TBB dergisinde yayınlanmış makalemde aşağıdaki gibi işlemiştim.
“ZDS Yeni Tarife Üzerinden Ödemesi Halinde İhtiyari Deprem Sigortasının Durumu
DASK yargı kararları sonucu ZDS nin daha sonra yeni tarife üzerinden ödeme yapması halinde, İDS nin eski tarife üzerinden belirlenen sigorta bedeli (örn. 100.000 TL) yeni tarife üzerinden belirlenecek ZDS sigorta bedeli üzerine aynen ilave edilmesi gerekmektedir. Zira tam zayi hasarlarda sigorta şirketleri açısından ZDS teminatının başlangıç noktasının bir önemi bulunmamaktadır, primini aldıkları ilave İDS teminat tutarından sorumludurlar. Ancak, kısmi hasarlarda tazminat tutarı, yeni tarife üzerinden belirlenen sigorta bedelinin altında kalırsa ve İDS kapsamında bu bölüme ilişkin ödeme yapmışsa, DASK’ın İDS sigortacısının sigortalıya ödediği miktarı geri ödemesi gerekecektir. Benzer şekilde, tazminat tutarı, ZDS’nin yeni tarife üzerinden belirlenen sigorta bedeli ile İDS kapsamında verilen ilave sigorta bedelinin toplamından düşükse, İDS sigortacısı ZDS kapsamında kalan fazla ödemeyi DASK’tan talep edebilir. Bu noktada, İDS tazminat hesaplamasındaki farklılıklara (müşterek sigorta vb.) dikkat edilmesi önemlidir.”
Sosyal medya hesaplarımda, deprem bölgesinde İDS teminatlarının neredeyse tamamının deprem anındaki m2 birim maliyetinin (yaklaşık 10.000 TL/m2) çok altında kaldığını, nitekim Sigorta Acenteleri Derneğinin sosyal medya hesaplarında üyelerine hitaben yazdığı mesajda da bu durum çok net şekilde anlaşıldığını, dolayısıyla ZDS teminatının yeni tarife seviyesine çıkartılması halinde çok istisna haller hariç deprem anındaki gerçek m2 birim maliyetine ulaşmayacağını yazmıştım.
Diğer taraftan, Yargıtay’ın sigortalı lehine karar vermesi halinde tazminatı daha çok yurtdışı reasürörler ödeyeceğini belirtmiştim. Ancak reasürörler buradaki zararını gelecek yıllarda tüm sigorta sektöründe fiyatları yükselterek tahsil etmeye çalışacaktır. Başka bir deyişle, İDS sigortacıları ZDS nin yeni tarifeden ödemesine çok sevinecek bir durumları bulunmamaktadır.
Bu noktada, söz konusu iddiadan dolayı kendimden biraz bahsetmek zorundayım. 27 yılı aşan sigorta müfettişlik mesleğimin son yıllarında İstanbul Grup Başkanlığı ve Başkan Yardımcılığı görevi ile geçirdim. Bu süre zarfında yukarıda örnek verdiğim gibi çok ses getiren hukuki çalışmalarım oldu. Hatta, Türk Sigorta Enstitüsü Vakfında uzun yıllar ‘Tazminat İşlemleri ve Denetimi’ başlıklı bir derste verdim. Zira Sigorta Denetleme Kurulu’nun sektörce beğenilen Hasar İşlemleri ve Denetimi Rehberinin ilk taslağı tarafımca yazılmıştır. Akabinde SDK meslektaşlarımın görüşleri ve yeni TTK’ya göre o zamanki SDK Başkanı Arif Hikmet Cesur tarafından geliştirilmiştir.
https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2018/12/Hasar_ve_Tazminat_Islemleri_Denetim_Rehberi_-_Ver2014Q1.docx
Buna rağmen, sigorta ve bes sektöründe daha çok sigorta ve bes muhasebesi alanlarında yayınlanan kitaplarım ve Türk Sigorta Enstitüsü Vakfında verdiğim muhasebe ve denetim derslerimle tanınmaktayım.
Bu kapsamda 2023 yılı Ocak ayında muhasebe ve denetim ağırlıklı eğitim ve danışmanlık alanında çalışmak üzere tamamı bana ait bir şirket kurdum. Ancak daha resmi işlemleri yeni bitirip daha yer vs baktığım esnada Kahramanmaraş depremleri gerçekleşmiştir. Bunun üzerine depremzedelere yardım etmek için X hesabım üzerinden yayınlara başladım. Ancak kısa süre sonra o dönemin SEDDK Başkanı Mehmet Akif Eroğlu rektörümü arayarak X’deki yayınlarıma son verilmesini, aksi halde hakkımda suç duyurusu yapılacağını iletti, bir kaç hafta sonra da DASK’ın teknik işleticisi Türk Reasürans AŞ Genel Müdürü Selva Eren, Rektörlüğü arayarak benzer şeyleri söylemiştir. Sonuçta, bir kamu reasürans şirketinin Genel Müdürü olan Eren’i hiç önemsemedim, ancak SEDDK başkanının tavrı nedeniyle o andan itibaren hiçbir şirketle görüşme yapmadım, hatta başlangıçta hızlıca anlaşmaya vardığım bir şirketin gönderdiği sözleşmeyi de imzalamadım. Sadece şirket masraflarını karşılamak için arada bir eğitim hizmeti verilmektedir.
Sonuçta, daha önce mail grubunda da şirket kuruluşumla ilgili çirkin şeyler söyledi, ama o söylediklerinin aslında bir iftiranın başlangıç cümleleri olduğunu anlayamadım, o nedenle Mevlana’nın düsturu nedeniyle yazısına cevap vermemiştim, ancak bilimsel makale içinde bile DASK uygulamaları aleyhine makale yazanları İDS sigortacılarla parasal ilişki içinde olduğunu iddia etmesi kabul edilmez. Kendisi ile ilgili yakında suç duyurusunda bulunacağım.
7) Yargıtay’ın kararı sigortalı lehine olursa tazminatı kimin cebinde çıkacaktır.
DASK yetkililerinin tv açıklamalarına ve faaliyet raporlarına göre DASK’ın konservasyonu 16 Milyar TL ve DASK varlıkları dahil toplam hasar fazlası reasürans koruma tutarı 117 Milyar TL’dir.
Yapılan açıklamalara göre DASK’ın deprem tarihlerinde ödeme gücü:
Limit |
|
Konservasyon (DASK’a isabet eden pay) |
16.000.000.000 |
İkinci koruma tutarı |
45.000.000.000 |
Üçüncü koruma tutarı |
37.200.000.000 |
DASK kalan finansal varlığı |
18.800.000.000 |
Toplam |
117.000.000.000 |
Söz konusu reasürans anlaşmaları ülkemizde faaliyet gösteren sigorta şirketlerinin katılımına da açılmıştır. DASK yetkilileri, 6 sigorta ve reasürans şirketinin reasürans teminatına katıldığı ve toplam 400 Milyon TL bir reasürans koruması üstlendiği, ayrıca Türk Reasürans AŞ’nin 2022 yılı reasürans anlaşmasına katılmadığını beyan etmiştir.
Dünyada sigorta sektörü üzerinde kredi derecelendirme yapan AM Best’e göre DASK’ın mevcut kapasitesinde riskin çok önemli bir bölümü global reasürans şirketlerinden Munich Re ve Swiss Re’nin üzerindedir. Geri kalan bölümlerinde ise Avrupa, Londra ve Bermuda piyasalarından reasürans şirketleri yer almaktadır
Yargıtay’ın sigortalı lehine karar vermesi halinde reasürörlerin ödemeyeceği iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Zira ZDS reasürans anlaşmalarında kader klozu (follow the fortune) bulunmaktadır. Başka bir deyişle, Yargıtay sigortalılar lehine karar çıkarsa ek yükü bu tabloya göre reasürörler ödeyecektir.
Yargıtay’ın sigortalı lehine karar vermesi halinde reasürörlerin anlaşmalardan çekileceği iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Zira reasürans bir fiyatlama işidir, velev ki bu sene reasürörler zarar elde ederlerse gelecek yıllarda fiyatlarını yükselterek zararlarını çıkartmaya çalışacaklardır. Efendim, son anda reasürans anlaşmasından bir reasürör çekilmek istediği iddiası, doğru olabilir, ama onun nedeni reasürörün mevcut fiyatın ek maliyet dikkate alındığında yetersiz kaldığını düşünmesinden kaynaklanmıştır.
SONUÇ
Sigortacılık kendine özgü yapısı nedeniyle ister hukuk isterse diğer alanlarda akademik çalışma yapanlar uzun süre hem saha hem de teorik çalışma yapmaları gerekmektedir. Bu kapsamda yapılan hukuk çalışmalarının en büyük eksikliği ise, uluslararası uygulamaların yeterince bilinmemesi ve pratik saha bilgisinin olmamasından kaynaklanmaktadır.
Maalesef Kahramanmaraş merkezli depremlerde zaten büyük kayıplar yaşayan yüzbinlerce insanın, ZDS’nin yeni tarife üzerinden ödeme yapmaması nedeniyle büyük zarar içinde oldukları bir gerçektir. Bu durum, depremzedelerin yaşadığı zorlukları daha da artırmakta ve onların mağduriyetini derinleştirmektedir. ZDS’nin yeni tarife üzerinden ödememe yapması, bu insanların yeniden toparlanmalarını ve hayatlarını normale döndürmelerini zorlaştırmaktadır.
DASK’ın yeni tarife üzerinden ödemesi gerektiğine ilişkin gerekçelerimiz:
1-Yeni tarife enflasyon nedeniyle sigorta bedellerinin artırılmasından ibarettir, bu yüzden ek prim ödemesi gerekmemektedir.
2-Sigortacılık sözleşme hukukunda tarafların yükümlülükleri sayıldığı ve yeni tarifenin nasıl uygulanacağına ne kadar süre içinde zeyilname yaptırılmaması halinde eski tarifenin geçerli olduğuna dair hükümler yer almış iken, ZDS mevzuatında sayılan yükümlülükler içinde zeyilname meburiyeti sayılmamıştır. Ayrıca yeni tarifenin geçerli olup olmadığı veya eski poliçelerin ne kadar süre içinde zeyilname yapıltırılması gerektiği, yaptırılmaması halinde eski tarifenin geçerli olduğu öngörülmemiştir. Aynı şekilde her yıl artırıldığı bilindiği halde poliçeler üzerinde de böyle bir yükümlülük yazılmamıştır. Hatta DASK kendisi sitesinde yayınladığı yeni tarife duyurusunda eski poliçeler için zeyilname yaptırılması gerektiği belirtilmedi, aksine konuyla alakasız biten poliçelerin yenilenmesi hatırlatıldı.
Hal böyle iken, düşük sigorta bilincine sahip insanlardan zeyilname yapmalarını beklemek, vicdansızlıktır.
3-DASK, hem TTK hem de ZDS Genel Şartları gereği ‘önemli gelişmeleri’ sigortalıya yazılım bildirim şartına uymamıştır.
4-TTK 1425. Maddesi her ne kadar genel şart değişikliğine ilişkin ise de kıyasen tarife değişikliği için de uygulanması gerekmektedir. Buna göre DASK 15 gün içinde ek prim istemediği için güncel tarifeden sorumludur.
Sonuçta, bir tarafta DASK’ın TTK’nın nispi emredici 1423. maddesine aykırı şekilde zeyilnameye ilişkin yazılı bildirim yükümlülüğünü yerine getirmemesi söz konusu, diğer tarafta ise sigorta ettirene yazılı bildirim yapılmadığı için sigortalının büyük bir hak kaybı bulunmaktadır. TTK m. 1423’de yasal bir yaptırımı öngörülmemiş olsa da, Yargının ya Sigorta Sözleşmeleri Bilgilendirme Yönetmeliğe uygun şekilde ya da kıyasen bir yaptırım uygulayacağı düşünülmektedir. Nitekim Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2012 öncesinde ZDS mevzuatında bankaların kredi süresince yenileme yükümlülüğü bulunmadığı halde, Van depreminde bankanın kredi süresi içinde sigortanın yenilenmesi konusunda uygun bildirim yapmadığı, sigortalının ise kendisine düşen sigortayı yeniletme konusunda özen yükümlülüğüne uymadığı gerekçesiyle ortak kusurlu (%50) olduklarına karar vermiştir.
Seven makalesinde ise bir çok konuya yanlış yerlerden girerek çok şey söylemiş gibi gözüküp, aslında olaya bütünsel bakıldığında cımbızlama ve gizleme yaparak bir noktada kanaat oluşturmak için yönlendirme yapmaya, işi bilmeyenlerin kafasını karıştırmaya çalışmıştır.
Kendisi, Sigorta Tahkim Komisyonunda itiraz hakemi, meslektaşlarına karşı kullandığı ifadeler makalesinde de görülmektedir. Ayrıca Sigorta Tahkim Komisyonuna DASK avukatı ile bizzat giderek benimle (benimle ilgili olan saçma) birlikte dava vekilliği yapan bazı meslektaşlarını şikayet etmiştir. Aynı meslektaşlarına DASK ve Türk re tarafından suç duyurusunda bulununca, kuvvetle muhtemelen DASK ın suç duyurusunda kullanması için konu hakkında hemen Lexpera sitesindeki blogunda bir makale yayınladı.
Seven, birçok platformda şahsımla ilgili “hukukçu değil” tanımlaması yaparak görüşlerimi önemsizleştirmeye çalışıyor. Hatta bir platformda henüz profesör olmama da laf attı. Bu yüzden ben de kendisinin sigorta hukuku alanındaki yetkinliğini araştırdım. Kendisi benim gibi bir Devlet üniversitesinde halen akademisyen olarak çalışmaktadır, ancak sigorta hukuk alanında eski çalışmaları çok az olduğunu gördüm ve kariyerinin belirli bir bölümüne de ulaşamadım. Bazı meslektaşlar kendisinin akademik faaliyetlerinin önemli bir kısmını kapatılan İzmir Gediz Üniversitesinde geçirdiğini söyledi.
Evet, hukukçu değilim, ancak İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünde Sulhi Dönmezer, Duygun Yarsuvat, Ali Ülkü Azrak, Bakır Çağlar gibi saygın hukukçu hocalardan Anayasa Hukuk dahil temel hukuk dersleri aldım. Ayrıca Adalet Yüksek Okulu mezunuyum ve 9 yıldır sigorta hakemliği yapıyorum. Sonuç olarak, kariyerimi ve çalışmalarımı bilen birisi, ZDS çalışmalarımı önemsizleştirmek için “hukukçu değil” tabirini kullanmaz. Dahası, çalışmalarım sayesinde ZDS eksikleri görüldü, adeta komada olan bu konu birden bire canlandı ve İstanbul depremi için daha iyi hazırlıklar yapılmaya başlanıldı. Zorunlu Afet Sigortası taslağı dışında gerçek m2 üzerinden sigortalamaya başlanması gibi birçok uygulamaya da etkide bulundum.
Şahsım ise ülkemizde taşın altına elini sokan herkesin başına gelenleri yaşamaktayım. Ayrıca eski müfettiş olarak zorluk derecesi yüksek denetimler yaptığımdan, şikayetlere ve ithamlara alışık biriyim, ancak sigorta sektöründe çok iyi tanınmış olmam, tarzım da bilindiği için bu tür ithamlara çoğunlukla cevap vermemekteyim.
Son olarak, Türkiye Barolar Birliği Dergisi’nde bu tür aşağılayıcı ve ithamlarla dolu bir makalenin yayımlanması beni şaşırttı ve üzmüştür. Bir akademik yayının bu tür bir uslubu benimsemesi, makalenin hakemlerden ve nihayetinde editörlerden geçmesini yadırgadığımı söylemek zorundayım. Özellikle akademik bir platformda, tartışmanın yapıcı ve saygılı bir ortamda yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. Bu tür aşağılayıcı ifadelerin ve ithamların yer aldığı makalelerin yayımlanması, akademik etik ve profesyonellik ilkelerine uygun değildir.